TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ SÜRECİ

İkinci Dünya savaşı sorunları içinde geçen İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk dönemi politikaları sürdürüldü. Dönem boyunca başbakanlık görevini sırasıyla Celal Bayar, Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu yürüttü. Önemli gelişmeler dış politikalarda daha çok yaşandı. İkinci dünya savaşının dışında kalmak için denge politikası izlenirken 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye katılması bu dönemde olmuştur. 

Ekonomik alanda birçok karar alınırken, 1940’ta köy enstitüleri kurulmuştur. 

İkinci Dünya Savaşı’nın müttefiklerin lehine dönmesinden sonra Türkiye; Almanya ve Japonya’ya 1945’te savaş ilan ederek rejim değişikliğine gitti. Rejim değişikliğinde uluslararası gelişmelerin önemli payı oldu. Sovyetler birliğinin saldırmazlık anlaşmasını devam ettirmeyeceğini belirterek üstüne bazı isteklerde bulunarak Montrö Sözleşmesi’nin yeniden imzalanmasını istedi. Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kalan Türkiye, Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi olarak tek partili sistemin yumuşatılması ile ilgili kararlar alarak batının desteğini almayı amaçladı. Sonrasında bir muhalefet partisi kuruldu. Böylelikle siyasi hayatın akışı CHP’nin elinden çıktı ve 1950’de iktidarın Demokrat Partiye geçmesiyle bir dönem kapandı. CHP içindeki muhalefet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile ilgili meclis görüşmeleri sırasında açığa çıktı ve Demokrat Parti’nin kurulmasıyla sonuçlandı. 1945’te ilk olarak ele alınan yasa, ihtiyacı bulunan çiftçiye toprak verilmesini öngörüyordu. Devlete ait olup kullanılmayan, vakıf ve belediyelere ait topraklardı bunlar. Özel kişilere ait belli sınırın üstündeki toprakların kamulaştırılması maddesi ise CHP’nin içindeki büyük toprak sahiplerinin yasaya şiddetle karşı çıkmasına yol açtı. 1945 Bütçe Kanunu görüşülürken ülkenin ekonomik durumu başta Adnan Menderes olmak üzere muhalif milletvekillerince eleştirildi. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmeleri sürerken “Dörtlü Takrir” olarak bilinen ünlü önerge meclise verildi. Anayasanın demokratik ruhundan uzaklaştığı öne sürüldü. Mecliste reddedilen önerge muhaliflerin CHP’den kopmasına yol açtı. Menderes ve Köprülü’nün önergeyi basında yayınlaması üzerine vekiller CHP yönetimi tarafından partiden çıkarıldı. Bayar istifa ederken Koraltan da partiden ihraç edildi. Ayrılanlar Demokrat Parti’yi kurarak Türkiye’nin siyasal yaşamında yeni bir döneme damga vurdular. Dörtlü Takrir’i imzalayarak kendini CHP’nin dışında bulan Bayar, Menderes, Köprülü ve Koraltan Demokrat Partiyi (DP) kurdular. Siyasal alanda liberalleşme politikası benimsenirken yönetimin halkın buyruğu ve denetiminde olması isteniyordu. CHP, başlangıçta yeni partiyi olumlu karşılarken Demokrat Parti’nin kısa sürede güçlenmesiyle iktidar partisinin tavrı sertleşmeye başladı. Buna rağmen DP, CHP’ye karşı yumuşak tavrını sürdürdü. Tek partili rejim altında yapılan son genel seçim 1943’te yapılmıştı. Seçilen meclis üyeleri 1947’ye kadar görev yapacaktı. Ancak bu sürede muhalefet partilerinin kurulmasına izin verilmiş ve hızlı bir değişim gerçekleşmişti. Bunun üzerine CHP meclis grubu belediye ve genel seçimlerin öne alınmasını kararlaştırdı. Amaç muhalefet partisini hazırlıksız yakalamaktı. Ancak DP belediye seçimlerine iktidarın yanlı davrandığı ve seçim güvenliğinin olmaması gerekçesiyle katılmadı. Genel seçimlerde ise DP yeterli sayıda milletvekilli adayı gösteremediğinden 21 Temmuz 1946’ CHP 465 milletvekilliğinden 395’ini alarak seçim zaferi kazandı. Seçim sonuçlarından sonra DP seçimde baskı ve hile yapıldığını ileri sürdü ve 1946 seçimi literatüre “Türkiye’nin siyasal tarihindeki en şaibeli seçim” olarak geçti.

1946’ya kadarki dönem tek partili dönem olsa da 1946’ya kadar seçimler düzenli olarak dört yılda bir yapılmıştır. 1935’ten başlayarak kadınlara da seçilme hakkı tanınmış, dönem boyunca açılan muhalefet partileri kısa sürede kapatıldığı için hiçbir genel seçime katılamamışlardır. 1924 Anayasası’na göre egemenlik TBMM’de olsa da seçim sisteminin demokratik değildi ve CHP tarafından desteklenmeyen bir milletvekilline mecliste yer yoktu. Halk Fırkası’nın tüzüğüne göre partili milletvekillerinin sadece parti grup toplantısında serbest söz söyleme hakkı bulunmaktaydı. Meclis toplantısında grup adına başkanlardan başka kimsenin söz söyleme yetkisi yoktu. Aksine hareket eden milletvekilli üçüncü ihtarda partiden ihraç ediliyordu. Böylece tek parti dönemi boyunca tamamen parti merkezli hareket eden kişisel inisiyatif kullanmayan hiçbir eleştiri yapamayan bir milletvekili profili ortaya çıkmıştı. Tek partili dönem boyunca toplumsal ve siyasal hayatı radikal biçimde değiştiren laikleşmeyi hedefleyen reformlar yapılmıştı. Bu reformlar, devleti, eğitimi, hukuku ve toplumsal yapıyı laikleştirirken dinsel simgeleri kaldırarak yerine batılı simgeleri koyuyordu. Reformlarla yalnızca düşünce ve inanç yapısı değil kişilerin dış görünüşlerini de değiştirmek hedefleniyordu. 

Devletin laikleştirilmesi için 
  • 1922’de saltanat kaldırılmış
  • 1923’te cumhuriyet ilan edilmiş
  • 1924’te halifelik kaldırılmış
  • 1928’de devletin dininin İslam olduğu hükmü anayasadan çıkarılmış
  • 1937’de laiklik bir ilke olarak anayasaya girmiştir. 

Toplumsal yapının laikleştirilmesi için fes ve her türlü başlığın yasaklanması ve 1925’te Şapka Kanunu’nun çıkarılması, yine 1925’te tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, müritlik dervişlik gibi tarikatları hedef alan yasaklar getirilmiş, halktan gelen tepkiler ise İstiklal Mahkemeleri’yle bastırılmıştır. Kadınların kılık kıyafeti ile ilgili dönem boyunca herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Yine 1932’den itibaren ezan ve Kuran Türkçe okunmuş Arapça ezan ve kamet okumak yasaklanmıştır. Bu uygulama uzun yıllar sürmüş, 1950’de Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle bu yasak kaldırılmıştır. 1934’te Soyadı Kanunu yürürlüğe girmiş, TBMM, Mustafa Kemal Paşa’ya Atatürk soyadını vermiş, başka bir Türk vatandaşının bu soyadı alması yasaklanmış ve tüm geleneksel unvanların kullanımı da (askeri nişanlar dışında) yasaklanmıştır. “Geleneksel” in yerini “modern”in alması sürecinde 1925’te saat ve takvim 1928’de ise rakamlar ve harfler değiştirilmiştir. Kitapların basımında tamamen yeni alfabeye geçilmiş ise de değişik nedenlerle bu yenilik 1 Ocak 1929’dan itibaren gerçekleşmiştir. 1931’de Ölçüler Kanunu çıkarılmış, ancak halkın yeni birimlere alışması için Kanun’un yürürlüğe girişi 1933’e kadar ertelenmiştir. Yine modernleşme adına Türk müziği eğitimine son verilerek radyolarda 8 ay boyunca alaturka müziğin çalması tamamen yasaklanmıştır. 1924’te Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılmış ve bakanlık tüm medreseleri kapatmıştır. Hukuk alanında laikleşme içinse 1924’te din yasalarını uygulayan Şeriye Mahkemeleri kaldırılarak davaları görme yetkisi Adliye Vekâletinin Nizami Mahkemelerine devredilmiştir. Medeni kanun, Türk Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunların Batılı ülkelerden çeviri ve uyarlama yoluyla hazırlanmasıyla çıkarılmış ve hukuk sistemi üç yıl gibi kısa bir sürede kökünden değiştirilmiştir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar