BİR OSMANLI KATİBİNİN ANILARI - 1. DÜNYA SAVAŞI

Bu yazı Necmeddin Sahir Sılan'ın 2. Meşrutiyet Sonrası Anılarından alıntılanmıştır.

Woodrow Wilson
Aziz Milletimizin 1914 yılında başlayan ve 1918 yılına kadar dört yıl süren I. Dünya Savaşı sırasında iç ve dış cephelerdeki kahramanca savaşlarına ve bu savaşlardaki büyük fedakârlıklarına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun, müttefik devletler arasında bulunan Bulgarların harp cephesindeki çözülüşü karşısında, Birleşik Amerika Hükümetleri Reisicumhuru Mr. Wilson (Woodrow) tarafından, güya barışı sağlamak üzere, yayınlanan ve kendisine izafetle anılan Wilson Prensipleri’ne inanarak imzaladığı Mondros Mütarekenamesi’ndeki hükümlerin kötü maksatlarla baltalanışlarına rastlayan 1918-1920 yıllarında iki hüviyetle çalışıldı. Böylece I. Dünya Savaşı boyunca ve Mondros Anlaşmasının imzalanışı ile uygulanışının ilk safhasında önceleri Tanin, sonraları Vakit, Zaman ve İleri gazetelerinde Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Âyan’daki müzakereler ile diğer çeşitli yazılar yazmak suretiyle gazeteci - yazar hüviyetimiz (kimlik) muhafaza edildi. Bu devirlerde, kahraman ordumuz tarafından 5-18 Mart 1915 günü Çanakkale’de düşman donanmasına karşı elde edilen ve bana “Geçilmez” adlı şiirimin ilham kaynağı olan muzafferiyeti tesid (kutlama) ve tebrike memur (görevli) heyet-i mebuseye Tanin gazetesini temsil suretiyle iltihak (katılma) ve Çanakkale’de mevki-i müstahkem (savunma bölgesi) kumandanı rahmetli Ahmed Cevad [Çobanlı] Paşa ile görüşmek nasip oldu. Daha sonra, Anafartalar’da sağladığı büyük zaferi müteakip hasta olarak İstanbul’a gelmiş olan Anafartalar Kahramanı Miralay Mustafa Kemal [Atatürk] Bey ile iyileştikten sonra, bugün Gazeteciler Cemiyeti’nin bulunduğu eski Kolordu Kumandanlığı binasında yine Tanin gazetesi adına ziyaret ve mülâkat (röportaj) rica edildi. Fakat o zaman uygulanan “sansür” dolayısıyla olduğu kadar, belki de bazı hissî mülahazalarla bu kısa mülâkat yayınlanamadı.

...
Cemal Paşa

Yine bu devrede Osmanlı İmparatorluğu camiasından ayrılmak ve Arap istiklâlini sağlamak isteyenlere karşı Türk-Arap kavimleri arasındaki kardeşlik münasebetlerini güya takviye edebilmek için Bahriye Nazırı ve IV. Ordu Kumandanı Ahmed Cemal Paşa’nın Saltanat ve Hilâfet makamı ile Makam-ı Sadaret ve Bab-ı Meşihat’i ve diğer nezaretlerle teşekkülleri ziyaret için eski Akka Mebusu Esad Şakir Efendi’nin reisliğindeki Suriye Heyeti’ne de Tanin gazetesi adına “Gazeteci Mihmandar” olarak iltihak ve böylece çeşitli ziyaretlere, temaslara ve ziyafetlere iştirak olundu.

...

Bu devrenin sonlarında, biraz önce de işaret edildiği üzere, Mondros Mütarekenamesi’nin imzalanışını müteakip memleketimizin muhtelif yerlerinin galip devletlerce birer bahane ile işgal ve hükümet işlerine müdahale olunması gibi çeşitli ve acıklı vakıalar (olaylar) birbirini kovaladı ve milletimizi yaralayan bu olayların cereyanı sırasında I. Dünya Savaşı’na girişimizin sorumlularını Meclis-i Mebusan’da araştırmak ve suçlarını kovalamak fikri hâkim oldu. Bunun üzerine I. Dünya Savaşı’na girişimizin mesuliyetini 1914-1918 devresindeki kabinelere yükleyenler ve böylece mağlubiyetin neticelerini hafifletmek temayülünde (eğiliminde, fikrinde) olanlar ile şahsî kinler ve ihtirasların zebunu (ihtirasların etkisinde alçalmış) olarak, mevzuubahis yıllarda, Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesiyle “Harp kabinelerinde vazife alanların Divan-ı Âli (Yüce Divan, Yüksek Mahkeme) mahiyetinde Meclis Tahkikat Heyeti huzuruna çıkarılmalarına” karar verildi.

Böylece, İttihat ve Terakki devrinin son on yıllık iktidarının hesabını soranlarla, soruları karşılayanların sözlerini zapt ve tespit ve tarihe emanet etmek vazifesi, Meclis-i Mebusan’ın geniş kadrosu içinde, Meclis-i Mebusan reisi rahmetli Halil [Menteşe] Bey ile Başkâtip Mustafa Asım [Çalıkoğlu] Bey’in tensibi ve tebliği ile tek başımıza, yemin ettirilmek suretiyle uhdemize tevdi olundu.

...

Tahkik (araştırma) konusu edilen olaylarla ilgili olarak Babıâli’den gönderilen devlet arşivinin en değerli belgeleri, Tahkik Heyeti’ndeki soruşturma zabıtları ile birlikte Divan-ı Âli’ye tevdi (emanet) edilmek üzere büyük bir ihtimam ile mühürlü kapılar arkasında tarafımızdan muhafaza edildi.

...

Bu suretle Meclis-i Âyan’da geçen çalışmalarımız sırasında vatanımızı ihata eden (kuşatan) çeşitli felâketlere karşı gerekli tedbirleri istişarî mahiyette mütalaa için kurulan Şûra-yı Saltanat’ta diğer arkadaşlarla birlikte vazife görüldü.

Bu arada İtilâf Devletleri’nin anavatanımızdaki yaygın işgal hareketlerine ilâveten güzel İzmir’imizin Yunanlılarca işgaline teşvik ve müsaade edilmesini müteakip İzmir ve havalisinde ve diğer yerlerde teşekkül eden Müdafaa-ı Hukuk ve Redd-i İlhak heyetlerinin vatansever duygularla memleketi korumaya ve kurtarmaya matuf çalışmaları ile mütenazır olarak İstanbul’da Meclis-i Âyan reisi Ahmed Rıza Bey ile diğer arkadaşları tarafından kurulan Vahdet-i Milliye Heyeti’nin kâtipliği de tarafımızdan ifa edildi. Böylelikle, memleketimizin geçirdiği en tehlikeli zamanlarda ünlü “Hürriyet Mücahidi” Ahmed Rıza Bey ile birlikte çalıştığı gibi, Meclis-i Âyan azasından olan ve olmayan birçok zatlarla işbirliği edildi 16 Mart 1920 günü İstanbul’un galip devletlerce işgal edilmesi ve mütareke devresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’nin tespit ettiği esaslar dairesinde yeni intihabat (seçimler) ile toplanmış olan Meclis-i Mebusan’ı, Sivas Mebusu Rauf [Orbay] ve Vasıf Bey’lerin meclis binasından İngilizlerce alınması ve götürülmesi suretiyle, tecavüze uğraması üzerine Anadolu’ya kaçan bazı mebuslar gibi İstanbul’dan uzaklaşmak imkânları tarafımızdan araştırıldı.

...

İstanbul’un düşmanlar tarafından işgali sırasında olduğu kadar, işgalden sonra işlenilen caniyane ve hainane hareketler karşısında, geçen sayıda işaret edildiği gibi Anadolu’ya kaçmak ve Mustafa Kemal Paşa’nın topladığı ve reisi olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hükümet teşkilatında ve millî kuvvetler ile henüz kurulmakta ve yeniden düzenlenmekte olan askerî birliklerde memleket ve millet uğrunda çalışmak, vatansever duygulara sahip olanlar için en şerefli bir vazife idi. Esasen, işgal altında İstanbul, bütün güzelliklerine ve özelliklerine rağmen yurtseverler için artık oturulamaz bir hâlde bulunuyordu. Bu itibarla vatansever duygulara sahip olanlardan Anadolu’ya kaçmak imkânlarını bulamayanlar gibi çeşitli mahrumiyetlere ve eziyetlere katlanarak yaşamaktan ise, Anadolu’ya kaçmak ve millî davaya, millî kurtuluşa inananlarla birlikte çalışmak millî bir ödevdi. Böyle bir düşünce ile o zamanlar Anadolu’daki millî kuvvetlerle işbirliği eden ve İstanbul’da sayıları çok azalan yetkililerle gerekli temaslarda bulunuldu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk kuruluş devresinde Anadolu’ya kaçmayı kararlaştırdığımız arkadaşımın Babıâli’de buluşacağımız yerde benim varışımdan önce tevkif edildiğine dair alınan haber üzerine yolculuğumuz 1920 yılı sonralarına kadar geri bırakıldı.

...

Dört yıldan beri bütün cephelerde devam eden I. Dünya Savaşı, millet ve memleketimiz için, katlanılan büyük fedakârlıklara ve kazanılan zaferlere rağmen, daha karanlık badirelere ve tehlikelere sürükleyecek bir şekilde gelişiyordu. Kader birliği ettiğimiz Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’dan gelen haberler umutlarımızı kırıcı idi. Millet çeşitli yönlerden ıstıraplar ve mahrumiyetler içinde bunalmıştı. Fakat istiklâl ve istikbali için, şeref ve haysiyeti için mücahede (gayret, çalışma) azmini kaybetmemişti. Ne çare ki, Osmanlı İmparatorluğu’nun da dâhil bulunduğu müttefik devletler safında bulunan Bulgaristan hükümeti, Balkan cephesinin düşmanlar tarafından yarılması üzerine, münferit sulh akdine mecbur olduğu için, Almanya ve Avusturya - Macaristan devletlerince olduğu gibi, Osmanlı hükümetince de bu yeni durumun gerektirdiği zaruretlerle bazı askerî tedbirler ittihazı yanında sulhu arayıcı hareketlere de tevessül edilmişti.

Esasen, bu sıralarda Amerika Birleşik Devletleri hükümet ve devlet Reisi Mr. Wilson da “Osmanlı Hükümeti ile müttefik hükümetlere, büyük savaşın sonra erdirilmesi ile ilgili esasları” bildirmiş bulunuyordu. Bu itibarla Meclis-i Mebusan’ın yeni çalışma devresinde okunan “Nutk-ı iftitahî”de dahi bu konulara dokunuluyor ve zat-ı hazret-i padişahînin sözleri şöyle sonuçlanıyordu:

Harb-i Umumî’nin tesviye-i kat’iyesinin ve müstakbel münasebat-ı milelin istinatgâhı olmak üzere dermeyan edilen esasat dairesinde sulh müzakeresine hazır olduğumuz biz ve müttefiklerimiz tarafından bildirilmiştir. İttihaz edilen tedabir-i askeriye ve siyasiyenin bizi müttefiklerimizin yanında haysiyet ve şerefimizle mütenasip bir sulha isal eyleyeceğinden ümidvar bulunuyoruz.
Vatanın büyük bir kısmı düşmandan tahlis edilmiş ise de henüz pek kıymetli aksamı onun istilâsı altında bulunuyor. Ordunun kahramanca başladığı vazifesini şerefle hitama erdireceğine emniyetin berkemâldir.
Cenab-ı Hakk’ın cümlemizi fütur ve yeisten korumasını ve teşettüt ve ihtilafata meydan verilmeyerek sizlere de müşkül mesainizde muvaffakiyet ihsan buyurmasını temenni ile Meclis-i Umumî’nin üçüncü devre-i teşriîyyesinin beşinci içtimaını küşad eylerim.

...

Muhtelif ırkları ve unsurları temsil eden mebusların, I. Dünya Savaşı sonunda yıkılan İttihat ve Terakki iktidarına karşı, insafsızca ve çok ağır şekilde çıkışlarını gösteren ve çeşitli emeller, hırslar ve kinlerle dolu olan takrirleri (önergeleri) Meclis-i Mebusan’ın bir gününü doldurmuş oldu. Meclisin o toplantısında verilen takrirlerin hepsi bölücü ve ayırıcı fikirlerle ortaya atılmıştı.

Bu suretle yıllarca üzerinde durulan “İttihad-ı Anasır” hülyası da tamamıyla iflâs etmişti: Ermeni ve Rum mebuslarının birlikte tertip ettikleri fesatçı ve ayırıcı hareketler yanında, Osmanlı İmparatorluğu içinde İslâmiyet rabıtası ile uzun yıllar Türk Müslümanlarla kader birliği etmiş bulunan “kavm-i necib-i Arap’ın temsilcileri olan bazı mebuslar tarafından takınılan vaziyet de, I. Dünya Savaşı’ndan önce ve sonra, vatanımızı dış düşmanlar ile parçalamaya karar vermiş ve istiklâl hareketlerine teşebbüs etmiş olan Arap milliyetçilerini adeta destekleyici mahiyetteki gizli ruh hâletlerini canlandırıyordu. Hırslar ve kinler şahlanmış, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü için her tedbire başvurulmuştu. Bütün bu olaylar çok acı idi. Gerçekten de çok hazin… 

Yıllarca sustuktan sonra, içlerinde gizledikleri hırs ve kinleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı sonunda karşılaştığı elim vaziyetten istifade etmek suretiyle, açığa vurmaya başlayan Rum mebuslarının verdikleri takririn muhtevası oldukça dikkate şayandı.

Rum mebusları, bu takrirle yalnız Rumların değil, Ermeniler ile Arapların da müdafaasını üzerlerine almış oluyorlardı. Buna şaşmamak kabil değildi.

...


Yorum Gönder

0 Yorumlar